iki film birden 3:the roommate-no strings attached ve blake lively'nin yeni saçı

sanırım yeni yazı serim hep böyle olacak:)tek tek yazmaktansa bi taşla iki kuş daha iyi oluyor.bir de izlediğim filmlerde ne öyle sanatsal açıklama yapılacak filmler olmadığı ne de ben sanatsal açıklamalar yapacak biri olmadığım için uzun uzun yazılar gerektirmiyor.neyse sıkmadan hemen konuya gireyim:)

the roommate tabii ki leighton meester ile dikkatimi çekti.çünkü kendisini hep cici kız rollerinde gördüğüm için(lütfen blair cici mi? gibi sorularla gelmeyiniz) ruh hastası bir rolde izlemenin nasıl olacağı düşüncesi kafamı sardı.ben gerçekten başarılı buldum bakışları oynadığı karakterin psikopatlığını gerçekten ortaya koyuyordu.ancak bence tek eksisi fazla çıt kırıldım edası ile psikopat olmadı.yani erkeklerle bile kapışıyorda yahu bu kızın eti ne budu ne demekten kendimi alamadım.isterse dünyanın en iyi dövüşçüsü olsun bunlar bünye meselesi bence:)filmi araştırmadan seyrettiğim için sonlara doğru the vampire diaries'de oynayan nina dobrev'i sadece haliyle görmek şaşırttı beni hatta tanıyamadım desem yalan olmaz.yani bu kadar lafın üstüne izlemeli miyim derseniz eksik olsa da olur diyebilirim.

diğer film ise şimdi sıcağı sıcağına izlemeyi tamamladığım no strings attached;isminden de anladığınız üzere bağlılık sorunu yaşayan emma ile çocukluktan beri bir şekilde hayatı kesişen adam'ın sonunda tatlıya bağlanan aşk hayatları hakkında.ilk defa bir aşk filmi gerçekçi geldi bana.genelde roller tam tersi olur ama bu sefer kızın bağlanmak istememesi bence filmin artısı.bu arada ashton kutcher 'ı artık sadece aşk filmlerinde göreceğiz sanırım.benim için sakıncası da yok salaş ama hoş duran giyim tarzını saçma saçlarını ve de uzun boylu olmasını seviyorum.hatta uzun boylu adam kısa boylu kız aşkları beyazperde de çok şirin duruyorda diyebilirim.izleyince bazen kısa olaydım demiyorum desem yalan olur,tamam öyle çok da uzun değilim ama...natalie portman'dan hiç bahsetmedin derseniz kendisine ne denebilir ki iyi oyuncu,akıllı hatun,ve de süper güzel bir yüz;lanet olsun :)bu filmi izleyiniz derim.

bu arada alakasız olacak ama blake lively de saçları kızıl yapmış bilmem gördünüz mü yazıyı güzel bir yüz ve bence yakışmayan kötü bir saç rengi ile bitireyim bari bence 2 haftaya kalmaz eskisine döner
 eğer bir film projesi için değilse :)


iki film birden 2:date night-burried

selam,

yine çok ara verdim sanırım.evlilik meseleleri ile uğraşıyorum ama gerçekten uğraşıyorum hayatımın en sıkıcı dönemlerinden birindeyim sanırım güya mutlu mesut kelebekler uçuşan bi dönem olması gerekirken benim için hiç ummadığım bir düzlemde devam ediyor.evlenmeyi düşünenlere ipucu veriyorum 1.erkekseniz lütfen ev eşyalarına karışmayın(eğer iç mimar,dekoratör falan değilseniz tabii),bayansanız zengin ve eşya seçimine karışmayacak birini bulun :) 2.hemen evlenme fikrinden vazgeçin bekarlığın gerçekten sultanlık olduğuna bir kez daha inandım.ee nie evleniyorsun o zaman derseniz de demeyin işte :))

gelgelelim izlediğim filmlere ilki date night.steve carell ve tina fey'in başrollerini paylaştığı komedi olması gereken iyi yatırım yapılan ancak hiç de komik olmayan bir film.ben sadece 1 sahnesinde güldüm.eğer amerika'da yaşayanlar gerçekten bu filmlere gülüyorsa kültür farklılığının ne denli film seçiminde etkili olması gerektiğini anlamış bulunuyorum.steve carell 'a tam 7.sezon neticesinde alışmışken bu film yine düşündürmedi dersem yalan olur :)tina fey 'i ilk defa izledim.steve carell'ın dişi modu diyebilirim kendisine.ikiside sanki yüzlerindeki her uzuva botoks yapılmışcasına mimiksiz rol kesiyorlar.sevmedim anlayacağınız.

ikinci izlediğim filmse üniversite arkadaşım'ın facebook iletisini görüp hemen izlemeye karar verdiğim ve gecemi kabusa çeviren bir filmdi.kabus derken yanlış anlaşılmasın film inanılmaz iyiydi.ama insanın stünde bıraktığı o kötü hissetme durumu kabustu.burried ryan reynolds'un yuncusu olduğu bir film.bütün film boyunca ryan reynold'ı izliyorsunuz ancak ben bir dk bile atlatmadım filmi.hem de tek bir mekan da geçmesine rağmen.filmi izlediğim de bu olaylar gerçekten böyleyse lanet olsun dedim.filmi farkettiyseniz anlatmıyorum çünkü izlemenizi istiyorum.mutlaka ama mutlaka izleyin.sizi bir iki gün kötü moda sokabilir eğer vurdumduymaz değilseniz:)

bu aralar yazılarım azalabilir caanım okuyucularım ancak aklım hep blog'da bunu böyle bilin fırsat buldukça burdayım :)

blogger aleminde 2.ci yılımın ilk yazısı-the office

selam,

dün blog'umun ikinci yılıydı genelde blog aleminde hediye verilerek kutlanılır yok işte beni takip edin blog'unuzda benden bahsedin bi de yorum attırıverin size neler vericem neler :) ancak bu kriz ortamında benden böle şeler çıkamıyacağı için hiiiç sesimi çıkarmadım varsın okuyucum az olsun :)he bu arada yapanları eleştiriyor değilim müsait olsam benden de çıkardı bu fikirler.hediyem yok ama siz bahsedebilirsiniz blog'unuzda benden :))

bildiğiniz üzere bi süre kapatıldı bloglarımız,sesimizi çıkarmasak şu an da açılmazdı kesin.yaşasın bloggerlar!kapatılan süre de aslında yazmayı düşündüm ama elim gitmedi nedense.bu süre de film ve dizi izlemeye devam ettim.bu aralarda uzun süredir merak ettiğim the office 'e başladım şu an 6.sezondayım.

ilk başlarda nasıl sıkıldığımı anlatamam.beni tek diziye bağlayan jim-pam ikilisi arasında olanlardı.steve carell'ın komedi anlayışının bi kez daha bana göre olmadığını anladım ilk olarak evan almighty daha sonra get smart'da farketmiştim the office daha mı farklı olur diyerek başladım ama nerdeyse tamamen aynı mimikler aynı türde bakışlar.ilk 3 sezon o espri tarzına alışmaya çalışıyorsunuz.eğer modern family 'i beğendiyseniz bu diziyi de yüzde doksan beğenirsiniz ben ikisini de öylesine seyrediyorum açıkçası.ama the office de en azından romantizm var :)

dizide jim'e baktıkça ah etmeyen yoktur herhalde.hay bin Jim neden benim karşıma çıkmaz bölesi:)dizi deki diğer izlenicek karakterler kesinlikle stanley ve dwight.stanley'in mimiklerine bayılıyorum.

blog kapalıyken 2 tane de film seyrettim ilki "leap year" ı seyrettim.çooook zevkli bir filmdi.film için seyretmeseniz bile mutlaka irlanda'nın muazzam manzarasını seyreylemek için seyredin derim filmi.


ikinci izlediğim film ise "the invention of lying",filmin konusu ilginç ama sunum ve oyuncuların bu sunum çerçevesinde ki rol yapmalara beni pek sarmadı.atlaya atlaya izledim filmi ama yine de sonunda şükür dedim.
Ricky Gervais'i hep emmy lerde seyreder merak ederdim bu filme yönelmemde bu nedenledir.bu arada kendisi the office'in yaratıcılarından.hatta ingiltere versiyonunda kendisi rol aldı.

işte böyledir okuyucular.bloglar açıldığına göre başlasın yazılar tekrar!
© the missing moments
Maira Gall