2010'da sevdiklerim...

bu sene hep aklımdan şu geçti,2000 yılı geliyordu ben daha taze o zamanlar 18'ine yeni girecek işte bi sürü söylentiler yok dünyanın sonu gelicek yok kötü birşeyler olucak insanoğlu işte hep kötü şeylere bağlarız...millenium fırtınasıdır esip geçiyordu herşey lame rengi.ee ne de olsa izlediğimiz filmlerde yıl 2000'leri gösterdi mi tamamdır uzay çağı,ışınlanmalar...ve üstünden koskoca on yıl geçti kendi adıma benim için tek değişen olgunlaşma sürecimdi.şimdi 28'ini yeni yaşamaya başlamış biri olarak 2011 yılı rakamıyla 29 demek zorunda kalıcak olan ben hala inanamaktayım bu hıza:)
neyse konu dağılacak bu senenin yarısını niğdede yaşadım,ama yine de takibi bırakmadım.bu yüzden interneti çok seviyorum...
gelelim bu sene neleri sevdiğime aslında sevdiklerim derken aklımda kalanlar beni etkileyenler kastettiğim hadi başlayalım;

ilk olarak ne ile başlasam mmm,

müzik olsun Toygar Işıklı'nın "sen eşittir ben" şarkısını dinlediniz mi bilmiyorum ama sözleri bana bu kadar uyan başka şarkı var mı bilmiyorum melodisi diğer Toygar şarkıları kadar çooook süper değil ama sözler tam benlik özellikle Niğde'deyken "deniz görmeden yaşayamıyorsan" dediği kısımlarda beni benden almıştır şarkı.başka aklıma gelen Türk sanatçı yok diğer yandan yabancı sanatçılara gelirsek katy perry'nin fireworks ve teenage dream de bu sene dilime bolca takılanlardan seviyorum bu kızı.

gelelim sinemaya...
bu sene benim sevdiğim kitap serisi twilight'ın 3.kitabı olan eclipse'nin filmi gösterime girdi diğer filmlerden çok bunu ümitle bekliyordum geç de olsa seyrettim filmi diğer iki filmine göre daha iyiydi tabii ama nedense artık sıkılmaya başladım hele bir de son bölümünün 2 ayrı parça şeklinde çekilip gösterime gireceğini duyduğumda tamam dedim artık.
bir çok film seyrettim diyemem bu sene ama yine de bir çok filmi sinemada seyretme fırsatı buldum çoğu filmi de bilgisayarda izledim.beni en çok hangisi etkiledi diye düşündüğümde ise sanırım son dönemde seyrettiğim social network tü.facebook'un kuruluş hikayesini anlatan senaryoya sahip film,black swan'ı da seyrettim ancak bence film sadece oyunculukla kotarılacak bir mevzu değil o nedenle social network ü daha çok sevdim.

kıyafetlerden bahsedicek olursam kendim bu sene kaç tane kıyafet aldım diye düşünsem klasik kıyafet dışında onu da mecburen almıştım:) sanırım bi nişan kıyafetimi aldım yeni ve içime sinerek onun dışına aynı şeylerle devam ettim.almak istiyor muyum kesinlikle bütün dolabımdaki eskileri döküp yenileri almayı çok isterdim ama no money no clothes:Pama beni bu sene etkileyen kıyafetler oldu mu kesinlikle!özellikle bu sene dantel öğeli elbiseler daha da bir hoşuma gitmeye başladı ama öyle güpür gibi olanlar değil ince hoş olanlar
blake lively'nin bu elbisesine(Zuhair Murad ) bayıldım ancak etek boyunda biraz itici buldum yani ya dantel kısım tam etekle aynı boyda olmalıydı ya da etek kısmı daha uzun :) ama renk ve elbisenin diğer detaylarına bayıldım!
ayakkabı da da daha çok hafif topuklu bilekte biten özellikle arka kısmı fermuarlı olan ayakkabılar daha çok ilgimi çekti aldım mı hayır ama bakmayı bırakmadım :)

bu sene oje olarak daha çok kullanmadığım renkleri kullanmaya çalıştım flormar'ın 413 favorimdi herkes sürmeye başlayana dek şimdiler de ise bordo mor arası renkleri kullanıyorum kış etkisi sanırım kırmızıya pek gitmiyor elim.takı olarak ta bu sene en çok melek kanadı biçimindeki ebay'den 2 tl yealdığım yüzüğümü taktım çin parmağına göre olunca biraz  küçük geliyor ama olsun :)

cilt bakımında ise senenin son gününde alışveriş merkezi gezme sırasında Türkiye'ye geldiğini öğrendiğim vaseline beni kendine sevdaladı bilmiyorum denediniz mi ama yok ne neutrogena'nın bilmem kaç katmana giden etkisi yok diğerlerinin gliserini bu krem üstüne tanımıyorum şu an da ilk önce aloe vera lı minik olanını aldım çantama attım sonra baktım bir de büyüğünü alayım dedim o da bacaklara sürülüyor fırsat bulundukça :)

işte böyle aklıma gelenler bunlar,anlayacağınız bu sene gayet boş ama Allah'a şükür sağlıklı,huzurlu bir yıl geçirdim birçok zorluğa rağmen onlarda tuzu biberi diyelim olgunlaşıyorum ey okuyucu :)inşallah bu önümüzdeki sene de ilk önce kesinlikle sağlıklı daha sonrasında mutlu huzurlu-aşk'ta olsun para'da- yıllara inşallah,herkese sevgiler o kötü espriyi yapmayacağım korkmayın :) 


acemiden nişan tavsiyeleri :)

diye yazmaya başladım ama ben ne anlarım bu işlerden kendim bile daha bu duruma alışamamışım:)

yüzük bakmaya bence en az 2 hafta önceden başlayın kuyumcuları gezin,internette bakın...erkekler bu işi sevmez siz önceden gezin beğendiklerinizi haşmetmeaplarına gösterin o da ben düz isterim der bunu takmam der ya da şanslıysanız olur der ve yüzüğü böylece alırsınız.piyasada çok fazla yüzük çeşidi var özgün birşey için ya el yapımı olacak yüzün ya da kendiniz çizebilirsiniz.

gelgelelim benim yüzüğüme ben uzun bir internet araştırması sonucu hem spor hem de klasik kullanabileceğimi düşündğüm bir yüzük seçtim taşlı olması benlik değildi belki ama taşsız da çok spor olacaktı gerçi şu aralar beyefendi yine düz yüzük telaşında onunkini küçükttürüp farklı da kullanabilirim,kendisi bu durumdan habersiz tabii:))

yüzük tarz diye izmir markasına ait kendi söylediklerine göre yurtdışında ödül almış,bu yüzüğü bornovada çağlar kuyumculuktan aldım ki en çok çeşit nerdeyse onlardaydı.ucuzunu bulabilir miyim diye kemeraltını da bayraklıyı da gezdim ancak en uydun yine bornovada buldum bu da izmirlilere yardımcı olacak bir nokta olsun :)




nişan kıyafeti benim için en kolay noktaydı internetten spazio'nun sitesine bakıyordum hemen beğendim elbiseyi sade birşey istediğimden dolayı.elbiseyi gidip deneyince sanki benim için dikilmiş gibi hissettim,bende hemen kararımı verdim anlayacağınız nişan alışverişi tamamen izmir markalarında gerçekleşti ve  böylece nişan bölümü bitti bu dertli evlenme operasyonunun.

gelinlik muhabbetleri nasıl olacak bilmiyorum bu konuda bilgili olanlar lütfeniniz beni bilgilendirin size çok müteşekkir kalırım.bu arada bu yazımı sevgili arkadaşım ekino'ya ithaf etmekteyim:)







kayıp blog'dan gelen sesler...

biliyorum biliyorum kötü bir blogger'ım değil mi?en son yazımın üstünden o kadar çoook geçti ki.hele de 1 buçuk yılda 93 tane yazım var çok geliştirmem kendimi çook ama suç benim mi bence değil bildiğiniz üzere işsiz hayatıma geri döndüm e insan işsiz olunca parası olmuyor e durum böyle olunca yazacak çok fazla şey de kalmıyor...

bu arada neler yaptım anlatayım,

ilk olarak 6 sezon sex and the city,modern family şimdiye kadarki bölümleri,grey's anatomy'nin şimdiye kadarki bölümleri ki 7.sezondalar şimdi,vampire diaries şimdiye kadar ki bölümleri,izlemek isteyip unuttuğum last airbender,my own love song,all good things,the social network ve sinema da ise newyork'ta beş minare,due date izledim.yani eylül başından beri gözlerim bu ekrandan başka birşey görmedi sanırım :)

memnun muyum bu durumdan hayır o zaman beni yermeyiniz lütfen...

bunun dışında ilişki durumumu nişanlı olarak değiştirdim.yüzüğe hala alışmaya çalışıyorum.aslında alışma kısmı zor olan düğün kısmını düşünmemeye çalışıyorum çünkü çocukluğumdan beri hiçbir düğünü sevmedim  beni hep oynama saçmalıkları deli eder çünkü...bu nedenledirki hep hristiyan düğünlerini çok severim çünkü onlar buna seromoni derler ki bence bu daha güzeldir.keşke deniz kenarında çıplak ayak rahat ve kendimi içinde daha ii hissedebileceğim bir kıyafetle evlenebilsem.Türk gelenekleri buna bir türlü izin vermiyor illa ki etrafa bir gösteriş yapmak durumundayız sadece nikahla sıyrılmayı da çok düşünmüşümdür ama babamın illa ki düğün olacak nutukları buna engel oldu maalesef nedeyse kına geceme kadar karışacak yahu.elinde kınayla çıkagelirse hiç şaşırmayacağım.

bu işler de bir de en sıkıcı bölüm para mevzuları özellikle sizin durumunuz yoksa karşınızda ki de zengin değilse para hep mesele oluyor iyice soğutuyor sizi bu durumlardan.neden hep düğünlerden evlenmeden bu kadar kaçtığımı şimdi daha iyi anlıyorum.

gelelim diğer meselelere spora ara verdim dizim de ödem oluşmuş 2 dr'da sadece bunu söyledi neden oluşmuş cevap yok dizinde ödem var biraz ara ver dizlik tak falan Türkiye'deki tüm dr'lara sinir oluyorum tümü diyorum çünkü karşıma daha düzgünü çıkmadı...1 buçuk aydır hareketsizim çok sinir bozucu neyseki dizlikleri aldım bu haftaiçi ulaşırlar.bende hemen kendimi koşuya adayacağım,bu işte tek korktuğum şey kıkırdağıma zarar vermiş olmaktı ki Allah'tan olmadı:)

yeni birşeyler alamadım o nedenle herhangi bir bilgilendirme yapamayacağım,ama dizi ve film yorumlarımı bu hafta içinde hergün paylaşıcam ilginizi çekerse buralardayım...

uzun zamanlar sonrası twilight yazısı:)

bildiğiniz gibi hasılat konusu söz olunca her türlü şeyin vıcığını çıkarır
bu insanoğlu twilight serisi tutunca uzattıkça uzataları geldi ki serinin breakind dawn bölümü 2 parça olarak vizyona girecek ilki 2011 kasımda ikinci ise 2012 kasımda.
  2.parçasında kendini gösterecek renesmee'si de belli olmuş mackenzie foy seçilmiş bu role kendisi pek şirin henüz 10 yaşında ,gerçi bu furya da çocuk bulmakta giderek zorlaşıyor 13'e geldiler mi tamam hemen kadınsı bir havadalar çocuklardan bahsetmişken justin bieber'ın nesi ii Allah aşkına tamam dansı ii olabilir,yorumu belki ama çocugun sesi bile oturmamış hiç kulağıma hitap etmiyor trt çocuk korosundan seçmeler gibi :)

kadın milletine romantik filmler yasaklanmalı!!!

evet,evet kesinlikle yasaklanmalı bence bizi asıl depresyona sokan illet bunlar,yoksa etraftaki adamlar odun kabullenip devam ediyoruz nasılsa ...görünce filmdeki süper yakışıklı romantik süpriz yapan adamları bir yanımıza bakıyoruz klorofil yüklü biri,gel de çıldırma:)

bu hafta ardarda 3 romantik film seyredip kendime işkence ettim,aşırı doz yani.ilk önce ashton kutcher'ın oyunculuğundan nefret eden ben "a lot like love" filmini seyrettim ve bayıldım.aslında filme daha önce hiç dikkat etmemiştim.serendipity benzeri filmler yazdım google'a ve karşımda ki ilk film just my luck'tı lindsaylohan'ı görünce tüylerim diken diken oldu bende bi alttaki filme geçtim 2005 yapımı ashton filmi şans vermek istedim,zaten zamandan bol neyim var ki...serendipity ile tek benzerliği birbirini tanımayan 2 kişi e tabi biri erkek biri dişi ve yine birbirini aramaları.kızın peruk'u sizi rahatsız etsede iyi oyunculuğu kapatıyor.

sonra nerden bulduysam L'Arnacoeur'u izledim oynayan kadın madonna'nın eski hali gibiydi tabii daha güzel haliydi başka filmlerden tanıdık geliyordu ama hiiiç araştırasım da yoktu siz isterseniz ismi vanessa paradis:)

filmi izleyince bir kere daha avrupa sinemasının aşk filmlerinde hiç de etkili olmadığını tekrar anladım,fazla gerçekçi oluyor,sonuçta aşk filmi bu gerçekleregirince tadı kaçıyor :)tamam bu film öyle aman aman temalı bir film değildi ama oyunculuklar fazla zorlama geldi bu basit film için.yine de izlemek isterseniz adamın aptal halleri gerçekten komik.

son olarak da nostalji yapıp dirty dancing'i izledimnerden geldi aklına derseniz L'Arnacoeur'da ki hatunkişi dirty dancing hayranıydı filmin bazı bölümleri onun üstüne kurulu hatta.bende yılllar önce seyrettiğim filme tekrar gözatmak istedim bir yandan da ortaokul aşkım patrick swayze'nin ölmüş olduğu gerçeği içimi cız ettirdi.jennifer grey'i de zamanında o filme iyi seçmişler dedim.gerçi daha sonra hemen burun yaptırılmış :))hiç acımayacağını söyleseler bende senin izinden giderdim jennifer'cığım :))

işte böyle bir haftayı'da böyle geçirdim içinde bir de tuhaf bir mülakat atlattım iş kesinlikle olmazsa sizinle paylaşıcam :)

taupe rengi oje flormar'da

selam,

kullanmadığım ojeleri temizleme operasyonuna girdim.bu aralar bütün kullanmadıklarımı bir şekide etrafımdan uzaklaştırma çabasındayım.geçen 5-6 tane ojeyi aldım bizim apartmanın kenarına bırakıcaktım baktım apartmandaki cimcimeler bakınıyor isterseniz alın dedim ama annelerinin yabancılardan bir şey almama sözünü iyi tutuyorlar ki hıh yapıp geçtiler ben de şuraya bırakıcam isterseniz alın dedim aldırmayan gözüken cimcimeler baktım nereye bıraktığımı takip ediyorlar:)döndüğümde de yoktu zaten ojeler :)

kullanmadıklarımı böylece elimden çıkarınca bi tane yeni oje almak istedim bu rengi yabancı markalarda bol bol gördüm ama o kadar para verip getirtmek istemedim açıkçası e flormar 'da görünce almak istedim ben gerçekten çok beğendim tek katta rengini veriyor yapısı da biraz kıvamlı olunca sürümü çok kolay oldu işte resimlerle flormar 413 numara...
**eller ve tırnaklar gözünüze ne kadar hoş gelir bilmem ama:))



abarttın ama strawberrynet.com !-macadamia natural oil alışverişi

-iyi anlamda tabiiki:)bu siteyi kozmetikdir-saç bakımıdır-parfümdür bilmeyen yoktur sanırım malum hem fiyatları çok iyi  hem de gönderim ücreti olmadan istediğiniz ürünü gönderiyorlar.kimileri sahtedir,bayatdır dese de strawberrynet.com giderek kalitesini  arttırıyor ve de ürün yelpazesini de genişletiyor.neden abarttın dedin diye sorarsanız ise ben siparişimi 17'sinde vermiştim 18'inde gönderime verildi ve bugün elimdeydi.5 günde geldi yahu bu ne hız :)




geçenlerde şu anneleri Türk olup ama Türklük namına bir artıları olmayan youtube gurusu kardeşlerden elle'in saç videosunu seyrediyordum orda macadamia 'nın onarıcı maskesinden bahsediyordu ama benim ilgimi çekmesinin en büyük nedeni maskenin uzunnnnn zamandır merak ettiğim argan yağı içermesi.malum argan yağı fiyatları pek de küçümsenecek gibi değil.e gel gör ki güvenipte her markadan alınmıyor...hazır strawberrynet.com'da da saç ürünlerinde yüzde 10 indirim vardı değerlendireyim dedim.

argan yağı saça çok faydalı diyor herkes bir sürü video,paylaşım var hakkında hatta likit altın deniyor ...efsane midir bilmiyorum ama deneyip görücez macadamian versiyonu ile.bu maskede hem argan yağı hem de macadamya cevizi yağı var ismini de makadamya cevizinden alıyor zaten.bakalım deneyip görücez şimdiden iyidir-kötüdür demiyorum bir süre kullanayım hemen sizleride bilgilendiricem.
umarım aldığıma değer de diğer maskeler gibi banyoda bir köşede kalmaz...

hayatımı değiştirmeye odamdan başladım...

bu sene geçen senelerimin aynısı olmasın istiyorum,artık daha huzurlu daha mutlu olmak istiyorum.bu yıl öyle durağan geçti ki bir çok değişikliğe rağmen.niğde'ye gittim iş buldum diye o da koca bir sıfır çıktı ama güzel arkadaşlıklarım oldu.işe girdiğimde bana kazandırdığı arkadaşlarım nedeni ile ne kadar şükretsem azdır.

yine de çok boştu bu yıl benim için...artık mütevazi davranmak istemiyorum.mütevazilik bana bir artı getirmiyormuş gibi hissediyorum;nerde çığırtkanlar nerde yalancılar var hep oraya mutluluğun gidişini izledim bu sene...bunları izleyip bende onların yoluna girer miyim-hiç sanmıyorum-

ama gelgelelim artık değişikliğe ihtiyacım olduğunu da yadsımıyorum.işte bunu düşünerek ilk olarak kooperatif yüzünden mecburi katlandığım iğrenç pembe tonlu oda duvarımın rengini değiştirdim.yeşilin her tonunu sevmem,arkadaşlarım bazı yeşil tonlarından ne kadar hazetmediğimi bilirler:))ama bu rengi sevdim çünkü direkt yeşile bakmıyor.ben aslında bambu rengi istedim ancak odama çok güneş girmiyor  o nedenle açık bi renk almalıydım,kesinlikle mat istiyordum saten boyayı sevmiyorum hiç dekoratif gelmiyor.babacığım 2 günde bitirdi sağolsun işte sonucun bir kısmı,odamın da en güzel kısmı.maalesef odamın eşyaları da dekorasyon amaçlı alınmadığından bu kadarcık kısım yeterlidir diyorum :)



çok içime sindi çook yakında evlenir gidersem de annem de çok memnun kalıcak eminim çünkü odamı oturma odası olarak ilan etti bile hatun :)rengi beğenenler için kullandığım boya marshall buzul yeşili(mat).

hazır yeşillerden gitmişken malum işsizim annemle çay saatimizde derya'lı günler'e bakıyorduk taze ceviz gösteriyordu ki beni şaşırtan bir konuşmaya başladı;stüdyosunda ki çalışan genç arkadaşları taze cevizin ne olduğunu sormuşlar kendisine şaşırdım kaldım...
tamam artık şehirlerde koşturmaca içinde yaşayıp gidiyoruz ama gerçekten bu kadar mı doğadan uzaklaştı herkes...
yazık gerçekten,neyse ki ben çeşitli şehirler de büyüsemde ailem beni hiç doğa'dan ayırmadı şükürler olsun,Niğde bu konuda benim en büyük okulumdu herhalde.rahmetli dedem'in bahçesi,rahmetli anneannemin güzel çiçekleri bahçesindeki tek erik ağacı...ama en önemlisi bahçeli'de ki komşu bahçelerin sınırları dışına taşan cevizağaçları.ellerimiz tupturuncu olana dek yerdik,genelde tuğbiş açar ben yerdim :)bu sene kendim açtım yedim tek yiyince çok tatlı olmasa da büyük bir zevk aldım :)
işte görmeyenlere taze ceviz (içi yenmiş olarak )ve de elde ki tetir turunculuğu :)

Going the distance-"seni uzaktan sevmek" aşkların en güzeli :)

selam,

uzzzuuuuuun bi aradan sonra tekrar yazmaya başladım gerçi nedense erteleyip durdum.bugün yazarım ne yazsam ki yarın olsun bakarız derken kısmet bugüneymiş.başlıktan da anlayacağınız gibi dün sinemaya gittim.beyazerde.com 'da baktım baktım hangi filme gitsem diye gitmek istediğim bütün filmler ben niğde'deyken kaçmıştı ben de drew barrymore ile justin long'un başrollerini paylaştığı going the distance 'a gittim.süper kesinlikle gidin diyebileceğim bir film değil ama eğlenceli.özellikle geçtiği mekanlara bakınca ah şimdi oralarda olsam demedim desem yalan olur...özellikle de ablası rolündeki christina applegate 'in oturduğu ev çok güzeldi.

gelelim konusuna tabiiki her romantik komedide olduğu gibi bir aşk özürlü adam ve de aşktan dili yanmış bir kızımız var.ilk sahne de leighton meester çıkıyor karşımıza eminim nerdeyse bütün çiftlerin hayatında bir kere yaşadıkları bir olayla giriş yapıyorlar filme.kız erkek arkadaşına doğumgünü için hediye istemem diyor içindeki sesi akıllı olan bütün erkeklerin anlayacağı cinsten,ama odunumsu erkek arkadaşta bu sinyali pas geçip hediye almıyor sonu da hüsran tabii.

böylece filmimizin asıl kahramanları tanışıyorlar.ilk başta sadece 6 hafta birlikte olup ayrılacaklarını düşünürken tabii ki aşık oluyorlar.senaryolar hep aynı biliyorum ama önemli olan da insanın çevresinde göremediği bazı özel şeyleri filmlerde yakalabilmesi... beni hep romantik komedilere çeken de hep bu olmuştur.sonuçta hangimizin etrafında böyle tutkulu aşkla birbirini seven çiftler var ki...varsa da aşkları ne kadar sürüyor...

sonuçta sinema bu hepsi birer hayal öğesi-gerçek aşk gibi-değil mi?

son olarak da  şunu ekleyeyim Justin Long'un oyunculuğunu hiç beğenmedim çok sıradan geldi,sanki amatör bir oyuncu gibiydi,bakışları çok donuk...nerden hatırlıyorum bu çocuğu diye kendimi zorlamam kadar da var yani...

gelgelelim hayatımda ki değişikliklere,niğde'deydim biliyorsunuz işi bıraktım ve izmir'e döndüm.tekrar işsizim ama içim çok rahat.garanti emeklilikteydim büyük hayallerle gittim işe ama umduğum gibi olmadı hiçbir şey... bir de son ay yerime birini bulsunlar die bekledim,yönetmenimin maaşını alacaksın sözlerine kanıp herşeyi düzgünce yaptım ve son gün şaka gibi bir tutar gmrdüm hesabıma yatan eğitim kesintisiymiş!sanki ben zevkten kaldım istanbul'da.hiçbirine bu konuda hakkım helal değil bunu bilir bunu söylerim.

neyse izmir'e geldiğimde deniz deniz diye çıldırdım tabii,yakın arkadaşlarımdan biri milas'lı hemen konuştuk ve de buluştuk.ilk gün ören'de kaldım denizini çok beğendim ama insan az hareket istiyor.orası da sezon bittiği için hayalet kasaba gibiydi:)

sonra ortakent'e gittik,oranın da denizi güzeldi ama ben nedense ören'in kini daha çok beğendim.bir akşam'da bodrum'a gittik helva'ya.kurtlarımı da döktüm kendime geldim:)bu haftaiçi de çeşmeye gidicem,şunu anladım ki denizsiz yaşam benim için çok boş.bundan sonra denizsiz şehirler nasip olmaz umarım bana ....

izmir'i çok özledimmm

selam,
yine sıkıntılar içindeim her an bir delilik yapabilirim,işsizlik diye yakınan ben her an işi bırakabilirim zaten satış da yok canım sıkkın...facebook ta gezinirken bir arkadaşım izmire gitmiş fotoğrafları vardı burnum da tüttü resmen,kordon,alsancak,çeşme,güzelbahçe ah ah...
burdan ayrılmayı dörtgözle bekler oldum,tayin iste diyecekseniz isteyemem çnkü göndermezler biliyorum ee her zaman dediğim gibi var bunda da bir hayır.
the last airbender da vizyona girdi ben tutulmayı bile vizyone girmesinden 3 hafta sonra seyredebildim neyleyim böyle yaşamı ben burdaki insanlar gibi buraya gömülüp kalamam bunu anladım,insanlar burdaki yaşama alışkınlar çünkü hayattan artı bir beklentileri yok hatta acayip şekilde duvarlar örmüşler etraflarına evlensinler çocukları olsun tamam daha ne yapacaklar ki gibi düşünüyorlar ama benim için yaşam ne evlenmekten geçiyor ne de çocuk yapmaktan ikiside sadece birer ayrıntı zaten artık onlarında çok matah şeyler olduğunu düşünmüyorum yaş gelmiş 30'a umrumda bile değil.kim evlenipte 4/4 lük mutlu olmuş,çocuksa büyük sorumluluk ama önüne gelen de anne oluyor.
işte böyle yine bunalımdayım anlayacağınız sonu hayır olsun ama her an bi süpriz patlatabilirim...

yaşlanma korkusu...

hayatımda ilk kez bu dönem yaşlanma korkusuyla boğuşuyorum,nedenini biliyorum ama onu yazının sonuna saklayayım...

obsesif bir şekilde herşeyde yaşlanma belirtileri arıyorum ve her seferinde hayır ben yaşlanmak istemiyoruuuum çığlıkları yükseliyor bende tamam çok genç sayılmam ama tam 28 olmama şurda ne kaldı hele de 30 'a 2 kala hayırrrr çığlıkları yükseliyor içimdeki seslerde.hele de bu yaşımı bile olmak istemediğim bir şehirde tüketirken.

hayat ciddi bir tuzak ormanı ben bunu anladım ağgedeş,sen kalk geçen sene kilo aldım die denize gideme bunalıma gir sonra bu kiloları bi güzel ver ve deniz'in d'sini bile göremediğin bi şehire gel olacak iş mi bu...

neyse konuya geleyim yani benim hastalık gibi bünyemi saran yaşlanma korkusuna.arkadaş herşeyde mi yaşlanınca ne olur sorusu gelir bi insanın aklına ,kendimi teselli edicem ya 40 ına gelmiş ama hala taş gibi duran kadınlara bakıyorum yok anam yine de içime sinmiyor hep bi kusur buluyorum,yok kolları sarkmış yok botox dan tuhaf olmuş yok alnındaki kırışıklıklara bak,içimden bir ses ilerde benim de o nefret ettiğim yaşlanmış ama genç gözükcem derken maymuna dönen kadınlara benzeyeceğimi söylüyor.hele bir de üstüne annelik vasfını ekleyince topuklara kuvvet diyip kaçasım geliyor ıssız bir  adaya ayna da olmasın başkası da bu ne yaa:)
40'ımı düşünüyorsun ya daha ilerisi derseniz işte ben de o sahnede film kopuyor,o anları aklıma bile getirmek istemiyorum.60 lar ve sonrası özellikle başkasına muhtaç olma ihtimali of of...

zor kardeşim bu dünya her yönden sınanıyoruz,bazen içimden hızlı yaşa genç öl diyesim geliyor ama bunun için de çok geç...Niğde'de nereye kadar hızlı yaşayacağım ki?!

neden yaşlanma belirtilerine ve de korkusuna kapılma nedenime gelicek olursak da bu tamamen işimle alakalı bunu anladım...ben ne zaman bir işi zorla yaptığımı hissetsem yaşlılık korkusu çıkıyor bende,aslında işim güzel ,arkadaşlarım ii tek sorun şehir şu anda...ama bu da bir sınav buna eminim...ii günleri düşünüp  iyinin çabuk gelmesi dileğiyle :)

lost ettin beni...

selam,
bu aralar her şeye olduğu gibi lost'a da geç kaldım herkes sonunu benden günler önce seyretti ben ancak yetişebildim ama umduğumu bulamadım ki.
şimdi o ışık neydi? neden ordaydı? neden bebekler doğamıyordu? tamam bunlar bir enerji türünden oluyordu peki dumanı o enerji nasıl öyle yaptı? yani hem insan hem duman nasıl oldu esau? neden bi ileri bir geri gittiler? neden dharma o enerji için gelmişti ?jacob la esau ne alaka hele richard tam ne alaka ,tamam iyi-kötü,cennet-cehennem metaforunu oluşturdular bir şekilde ama bence lost açıklanamayan noktalarıyla tam lost oldu,ama dizi ne yaptı ne etti 6yıl boyunca milyonlarca insanı bilgisayarlarına,kotalarına,tv lerine bağladı.
dizi kavramını sadece öylesine izlenenen görnüntü dizisi halinden çıkarıp ciddiye alınıp yapıldığında ve ciddi yatrırımlar yapıldığında gerçek bir başarı öyküsü haline dönüştüren bir kavram olduğunu öğretti herkese...
ii ki yapmışlar bu diziyi ve iyi ki izlemişim ama yine de sorular cevap bulsaydı yaaa:))bir de sonuna ahhhh jack diyelim :)

HAYDİ RASTGELE!

selam,
bu haftasonu nihayet kendi isteğimle ve sevdiceğimi görmek adına ankara'daydım.izmir 12 saat oluca ve salak uçak şirketlerinin salak saatleri bana uymadığında  ve hedef hedef diye inletilen bir işte olup da bir gün dahi izin alamadığımdan buluşma noktamız Ankara oldu.2 gün yettimi kesinlikle hayır.ama buna da şükür ne diyelim...
malum yaşadığım şehir Niğde olunca burda aradığım herşeyi bulamıyoum mesela bioblas'ın yeni şampuanını almak istiyordum baktım baktım göremedim he ankaraya gittim orda bulabildim mi hayır bende geçen haftalarda teyzemin banyosunda keşfettiğim ve de içinde sıvı silikon ihtiva etmemesi ile dikkatimi çeken gliss'in yeni şampuanını aldım.Teyzeme arkadaşı Almanya'dan getirmiş ama bizim Türk ithalatçılar hemencecik buraya da getirmişler :)bir de diş macunu baktım burda dişlerim iyice sarardıhava su değişince vücut resmen transformasyona giriyor sağolsun...raflarda candida die bir marka diş macunu gördüm üretim yerini de isviçre görünce nedense bende birden bir güven oluşturdu.ama eve gelip incelediğim de baktım ki ürün Migros'un kendi için mibelle ag adlı şirkete ürettirilmiş bir diş macunu gerçi daha kullanmadım belki ilk intibasını korur bende iyi bir iş çıkarırsa,bakalım...haydi rastgele...


***edit:şampuan saçı çok kurutuyor artık kullanmıyorum,diş macunu ise vasat :)hemen yorum yapmayayım diye bekledim de :)

tamam mı devam mı ?

Niğde'de ders gibi gelen günlerime devam ediyorum para uğruna...sanki bu şehir beni törpülüyormuş gibi hissediyorum,eskiden herşeyi takip ederdim,güncel tutardım kendimi burda fazla bilginin bana hiç bi yararı yok aksine zararı bile olabilir:)hergün tuhaf insan koleksiyonuma birini daha ekliyorum...satış işinde gerçekten insanların gerçek yüzünü anlıyorsunuz,birden herkes o kadar çirkin gelmeye başlıyor ki.hele bir de iş otamındaki dedikodu kazanları,yüzüne gülümseyip arkandan demediğini bırakmayn tipler.anlamadığım bir hırs yumağı bu iş ortamları,yükselmek için herkes birbirinin başına çıkıyor eze eze...hele bir de böyle küçük bir şehirdeyseniz...işte bunları anladıktan sonra şunu da anladım ki daha fazla dayanmak zor gelir bana bu şehir bu iş...bakalım nereye kadar gidicek ...

tabii bir de kozmetik yönü var bu hayat değişiklğinin bana,yüzümde yine sivilceler çıktı,o kadar kuru bir havası var ki en yağlı krem bile sürsem ellerim resmen çatırdıyorr,bir de spor yapamamak imkanım yok mu  var ama işte gelip eve girene kadar zaten hava kararıyor izmir değil ki güvenle çıkayım,bir de yaptığın spor koşmak olunca burda tuhaf tuhaf bakıyorlar:)))

işte böyle sevgili az ve öz okuyucularım.ne dersiniz tamam mı devam mı ? ben biraz mazoşist im galiba biraz daha devam bakalım taa ki canıma tak edene ya da daha iyi bir iş bulana kadar :)

bugün 19 mayıs benim için ikinci güzelliği mi ne ?




natalia orerio 19 mayıs 1977 doğumlu bu güzeller güzeli benim için üniversite yıllarımın en güzel anlarını oluşturan insan,onun sayesinde gülmüşümdür,devlet yurduna katlanmışımdır ve o anlardan itibaren de kendisi doğallığı,tarzıyla hep izlediğim ve takip ettiğim bir insan olmuştur.iyi ki doğmuş kendisi,güney amerika tutkunu benim için oraya gitme isteğime ikinci bir neden...doğum günün kutlu olsun naty...



niğde'de 1 ay dile kolay...

şaka gibi...
ben niğde'de bir ay yaşadım.böyle diyorum çünkü ne zaman buraya gelsek en fazla dayanma sürem hep 2 hafta olmuştur.o da kuzenimle olduğunda,çünkü onunla muhabbet ederdim,niğde'ye giderdik oba dondurma die kafasını yerdim,son iki yılda geldiğimde onla gezerdim ıhlaraydı,kapadokyaydı.bu şehir güzel yapan genelde onunla geçirdiğimiz zamanlardı bir de uzun zamandır görmediğim insanları görmek...
kuzenimle aynı zamanlarda işe girdik,yıllarca birbirimize işsizlikten dert yandıktan sonra aynı anlarda işe girmemiz tam bir kaderin cilvesi sanırım.ben buraya gelirken hep onunla zaman geçireceğimi düşünmüştüm çünkü.kendisi ankaralara göç etti gitti.ben istanbul'da eğitimdeyken kendisi eğitimi bırakır kaçarım diye düşünerek ilk başta söylememe kararı almış amabi mesajıyla yakayı ele vermişti bana,o zaman da demiştim hiç sevinmedim işe girdiğine diye şaka yollu tabii :)bir de ah etmiştim inşallah böyle zor bi eğitim sürecin olur diye :)
bazen der tuttu ahın diye ama onun eğitimi benden daha güzel geçti bu kesin...
gelelim niğde meselesine...
dediğim gibi bir ay geçti
sinema yüzü görmedim vizyonda ne var ne yok hiç bilmiyorum burası kocaman bir boşluk gibi benim için...
ailemle geçirdiğimiz bol muhabbetli yemekleri özledim
kardeşimle çekişmeyi özledim
yatağımı,odamı özledim
ve bir de sevgilimi tabii...
niğde diyince önceden aklıma gelen şeylerde tamamen değişti artık benim için...
mesela önceden niğde gazozu diye delirirdim şimdi yüzüne bile bakmıyorum...
önceden sempatiyle baktığım insanlar artık gözümde aynı dili bir türlü konuşamadığım,laf anlatmaya çalışırken kendimden geçtiğim tamamen yabancı insanlar haline dönüştüler benim için,onun için artık genelde susuyorum,çünkü ne zaman bir şey konuşmak istesem sanki beni çok bilmiş zannedicekler diye korkuyorum...
internetle bağım sadece çalıştığım yerdeki bilgisayardan ibaret ki onda da açmaya hiç bir şekilde fırsatım olmuyor,resmen dünyadan kopmuş gibiyim.
ben ki bilgi edinme canavarı,araştırır-yazar-okur insan eve gidince bir miskinlik ve yalnızlıkla boğuşur oldum.yakında kpss var ona bile bakasım yok...
işte böyle,selcen geldiğine çok memnun değil hani bir soru var ya " İnsanın Memleketi Doğduğu Yer midir,Doyduğu Yer mi?"işte beni bu bakımdan bağlıyor niğde...
bunca zamandır edinemediğim iş deneyimini burda ediniyorum,parayı burda kazanıyorum ve burda birşekilde yaşamımı idame ettiriyorum.yani her iki bakımdan da memleketim ,hem ailemin geldiği yer olması bakımından hem karnımın doyması açısından,babamda aç bırakmazdı gerçi ama cv 'me onu yazamıyorum :)
bu kadar olumsuzluk içinde hala buraya gelmemin altında iyi bir neden olduğuna can-ı gönülden inanmaktayım.içimden bir ses bu işin sonunun güzel olacağını söylüyor...


içim ürperdiiiii-greenpeace "nükleer ile yaşamaya hazır mısın?"

greenpeace'in şevval sam ve bedük ile yaptığı nükleer enerji karşıtı videoları gördünüz mü ben ilk başta 16+ yazınca yoh yaw ne olucak dedim ama cidden çocuklar görmesin,içim bi tuhaf oldu.hiçbir zaman nükleer enerji taraftarı olmadım olmam da,ama bu dünyayı değiştirmek artık ne kadar mümkün bundan emin değilim ....


özgür yaşam ama niğde'de...

selam,
eğer beni takip ediyorsanız bayağdır yazmadığımı farketmişsinizdir,hergün blog aklımdaydı ama bi türlü yeni evime internet bağlatamadım,çünkü ne bu şehirde kalıcılığım belli ne de işim de...
yeni iş nedeni ile kalktım niğde'ye geldim.güzelim izmirimden yaşamayı sevdiğim,kendimi bulduğum,nerdeyse ömrümün yarısını geçirdiğim şehirden...
neden niğde derseniz memleket burası,ama ben izmiri her zaman daha çok memleketim olarak gördüm hep,ne de olsa bütün anılarım neredeyse izmir'de oluştu.
gelelim işe bireysel emeklilik satıyorum ey okuyucular,hem de niğde de...daha doğrusu satmaya çalışıyorum.çünkü memleket insanının neredeyse hepsi bireysel emekliliğini kapmış bana da zorlama usulü olan müşteriler kalmış,gerçi pek şaşırmadım ne zaman bana kolay iş düştü ki :)
şimdilik idare etmeye çalışıyorum,şu aralar beni en çok rahatsız eden şey spor yapamamak,alışmış bünye azizim her ne kadar işte o kadar süre ayakta dur ordan oraya koştur yapsamda yok illa koşmakistiyorum.şimdi niğde'de toki evlerinde koşsam millet abuk sabuk bakar diye cesaret de edemiyorum...gerçi geldiğimden beri hastayım,bu iş için mülakata gittiğimde de hastaydı,yine hastayım insan eğitimin son gününü mü bekler yahu hasta olmak için.
işte böyle tuhaf bir dönemden geçmekteyim,yeni bir yere alışma,insanlara alışma,işe adapte olma çabaları arasında dönüp duruyorum...
izmirde ailemin bıdı bıdısından bıkan ben bunun bana ilahi adalet tarafından öyle olmaz böyle olur cezası olarak verildiğini düşünmekteyim ,gerçekten bu dünya da cezamızı buluyoruz galiba :))şafakta yok ki sayıp teselli bulayım...
işte böyle,bu yıl ilginç bir şekilde başladı ama iyi bitecek biliyorum,sebebini doğumgünümde söylerim...
görüşmek üzere,buldum ya neti hiç de gidesim yok yani...

vogue reklamı ve de "the september issue"

selam,

dün yine sıkıntıdan tv'de dizi seyrediyordum,perşembe akşamı ne seyredilirse :P özet geçene kadar e2'de the big bang theory'e takıldım.e2'de çok fazla reklam dönmez,ancak her reklam arasıdna vogue reklamı dönünce bir bakayım dedim ve resmen gülmekten öldüm.ne kadar güzel düşünmüşler reklamı,vogue Türkiye'ye geliyor malum bu reklam bizim ülkemiz için özel mi araştırmadım bilmiyorum ama tek kelime ile bayıldım!
görmeyenler için yazı sonunda videosunu bulabilirsiniz...

gelelim "the september issue" belgeseline,malum belgeselde denildiği gibi eylül ayı moda dergileri için yeniyıl gibidir.işte bu hat üzerinden çıkılarak vogue dergisinin genel yayin yonetmenini ve nam-ı değer buz kraliçesi anna wintour hanımefendinin derginin eylül sayısı için çalışmaları çekilmiş belgesele.kadın gerçekten buz gibi tek güldüğü yer kendi gibi imparator ve imparatoriçelerin arası ve de kızının yanı.diğer zamanlar tamamı ile buzzz.
moda dünyasının bu hali hep beni şaşırtmıştır,erkeklerin feminenliğe,kadınların ise maskülenliğe doğru gittiği bir yol gibi gözükmesi ile.

belgeseli izleyince eminim bana hak vericeksiniz,vogue dergisi diye insan içindeki hatunların en azından azıcık bakımlı olmasını bekler dimi,yani şahsen ben öyle bekliyordum ama tam bir hayal kırıklığı hele de sanat yönetmeni Grace Coddington'ın yürüyüşü,bakımsızlığı beni öldürdü.kadının cüssesi anna'nın iki katı ama yüzüne hiç bir şey diyemiyor herşeyi arkasından söylüyor sanki kameralar yokmuşçasına...

gelelim bu belgeselde oluşturulan eylül sayısına,kapak kızımız sienna miller ,herkesçe güzelliği takdire şayan ancak anna wintour,çok fazla sırıtık bulduğu resmi photoshop ile düzelttiriyor ve de kapak hazır oluyor.işte 840 sayfa oluşturulan vogue kapağı...




ip atlamak...

geçenlerde kaanla zayıfla blog'unda gezinirken ip atlamanın sıkı bir kardiyo çalışması parçası olduğunu öğrendim,küçükken çooook ip atlamış biri olarak yok canım o kadar da değildir dedim kendi kendime.yine de denemeye değerdi çünkü yağmur yağdığında evden çıkamayınca yapacak birşeyler lazımdı bana...
babamın bir hafta kafasını ütüledim ve bana bir ip yaptı.bu iş için uygun örme ip elimizde olunca almak istemedim...aynı blogdan okuyarak ölçüsünü de ayarladım.
ve dün başladım atlamaya ilk önce ben bayağ atlarım diyordum sonra baktım ki nefes nefeseyim 10 dk sonunda :)
azmettim sonra bir on dakika daha atladım.anladım ki,ya ben çocukken çok enerjikmişim ya da iyi bir ip atlamacısıymışım da haberim yokmuş :)
bugün sabah kalktığımda 5 aydır koşu yapan bu vücutta çalışmayan yerler olduğunu anladım çünkü bacağımın arka tarafları ağrıyordu.bundan sonra haftada en az 3 günde ip atlamaya karar verdim.
bruce lee usta bile 10 dk ip atlamanın 30 dk koşmaya bedel olduğunu söylüyor gerisini siz düşünün!
katy perry ip atlarken kendini rocky gibi hissediyormuş benim gözümde ise direkt naty canlandı monita munoz ile :)
artık bahane de yok haydi biraz hareket dk'da 11 kalori yaktığınızı hayal edin...

Robert'tan sıcak kanlı romantik film geliyor...

vogue'un mart sayısında ki konusu robert pattinson ve de lost'un yeni sezonunda tekrar diziye dönüş yapan claire yani Emilie de Ravin 'in beraber rol alacakları yeni romantik film "remember me".işte dergiden fotoğraflar.gözümüz aydın kızlar:)

up in the air-aklı havada

dün akşam lost'un son bölümünü seyrettikten sonra daha erken olduğunu düşünüp bir de "up in the air" seyredim dedim.15 ocak'ta vizyondaydı film ve iyiki sinema da seyretmemişim.açıkçası bu film niye bu kadar büyütülmüş onu da anlamış değilim.

sorun şu ki ben sonunu tahmin edebildiğim filmleri hiç sevmem.bunda da aynı şeyler oldu."juno"yu seyretmiş ve çok beğenmiştim aynı yönetmenin bu filminin de bi o kadar iyi olacağını düşünerek yanılmışım.

sanırım filmin tek artısı george clooney'i gerçekten oyunculuk yaparken görmüş olmak.adam gerçekten bu film de birşeyler aktarabilmiş,eğer oscar'ı alırsa şaşırmam.zaten filmi magazin konusu yaparak büyüten de george clooney ve twilight yardımcı oyuncusu anna kendrick.
özellikle bu kızı seçerek başta hata yapılmış,çok silik bir oyuncu,birisi elinden tutuyor ama kim :)

eğer bir de sonunda natalie ve ryan karakterleri birbirlerine aşık olsalardı tam klişe film olurmuş.george clooney hayranı iseniz seyredin derim,değilseniz kaybedeceğiniz çok mevzu bulunmuyor.filmin size kazandırabileceği en iyi şey ryan'ın valiz hazırlama sanatı :)

kilo ile beraber kazandıklarım...

başlığı okuyunca eminim bu kız ne diyor yahu,kilo ile kim ne kazanmış diyorsunuzdur...
hemen karar vermeyin anlatıyorum...
2008 yılının mart ayıydı,bendeniz selcen,8 saat ayakta durmamı isteyen bir işten ayrılmıştım,iş hayatı öncesinde hiç böyle bir hareketli deneyimi olmayan bedenim anında küçülme yoluna gitmişti 10 aylık çalışma sürecinde,küçülme derken obezlikten zayıflığa olmasada,balıketinden daha sağlıksız bir beslenme yoluyla sağlıksız bir küçülmeye...
daha sonra işten çıkınca yapıcak hiçbir şeyim olmadığından devamlı hareketsizdim--her ne kadar annem ev işi yap kilo ver diye telkin etse de kendisi benim ne kadar ev işinden nefret ettiğimi bilir bir süre sessiz kaldı bu gidişe--ben de gittikçe kilo alan bir eğilime girdim ilk önce 3 kiloydu aldığım veririm nasılsa dedim,sonra 5 kilo oldu en sonunda sabrımı zorlayan 68 kiloya geldiğimde hayatımın en büyük kilo alımını yapmıştım bile.
inanılmaz sıkıcı bir zamandı.eski giyisilerimin hiçbiri olmuyordu...
mecburen iki yeni kot aldım.bir süre böyle devam ettim etraftan sık sık "sen kilo mu aldın?" laflarından gına gelene kadar,en önemlisi de eğilip ayakkabımı bağlarken nefes nefese kalışımı görene kadar...

26 ekim günü geldiğinde artık buna bir son vermeliyim dedim ilk iki ay sadece spor kattım hayatıma kilo değişimi ilk başta hiç mi hiç olmadı buna aşırı derecede canım sıkıldı ama hemen bırakmadım,kabullenmedim kilomu.
daha sonra yediklerimi azaltmaya başladım özellikle fazla miktarda karbonhidrat alıp buna rağmen az hareket ettiğimi farkettim.buna bir denge getirmeye çalıştım kendimce internetten araştırdım,sitelere baktım diyetisyenlerle mailleştim sonunda aşırı kaçmadan bir diet uyguladım kendime,insanın bu anlamda kendisini bilmesi önemli ben kan testimi yaptırdığım için bedenimde bir aksilik olmadığının kiloların yediklerimden ve hareketsizliğimden geldiğini biliyordum...bu dönemde Kaan Bey'den de yardım aldım,sağolsun kendisi sorularıma sabırla cevap verdi.kendisini kaan ile zayıflama adlı blog'dan da biliyorsunuzdur.
işte yediklerimi düzen getirip spor tempomu arttırmaya başlayınca kilolarımda yavaş yavaş bana veda etmeye başladı ilk aşamada 3 kilo verdim sonra yavaş yavaş diğer 5 kiloyu da. 26 ekim'den bu yana 5 ay sürecinde 8 kilo gitti ve bunun sağlıksız bir yolla olduğunu düşünmüyorum.
şu anda normal yemek yeme düzenime geçtim ancak spora hala devam ediyorum.işte bu noktada kilo almanın bana getirilerinden bahsedebilirim.
ben yüzme dışında hiç bir spordan hoşlanmazdım özellikle de terlenilecekse direkt uzak kalırdım,şimdi inanılmaz bir şekilde yürüme ve koşu isteğim var,siz de deneyin gerçekten zor olmaz,araştırmalar bile diyor 21 gün üstü üste yapın vücudunuz sonra kendisi isteyecektir diye,sanırım ben de endorfin bağımlısı oldum :)) 2 gün ara verdiğim zaman resmen yerimde duramıyorum,yağmur bu aralar beni çok bağlıyor mesela,bulutları görünce evde bir o yana bir bu yana gidiyorum annem çok gülüyor bu halime.
spor için hiç bahaneniz olmasın derim ben,bundan önceki yaşamımda hiç sporu bu denli hayatıma katmamıştım,ilk başta yarım tur koşabildiğim yeri şu anda 11 tur koşuyorum ve daha da arttırmak için azimliyim.size de tavsiye ederim bence piyasadaki otlara ,haplara para yatırmadan önce biraz çabalayın inanın buna değiyor.şimdi eski kilomdayım ama sporla verdiğim için sıkılaşma nedeniyle eski kotlarımda bol geliyor.inanılmaz güzel bir duygu bu isteyen ve çabalayan herkes umarım isteğine bu anlamda kavuşur.
bu arada ben kilo vermeye çabaladığım ilk aşamalarda makyajgunlugu blog'unun sahibesi Hacer'in de böyle bir yazısını okumuştum o bile bana ilham olmuştu.etrafınızdaki alaycı herşeyi bi kenara bırakın bu süreçte,kendi yapamadığı için size gülen insanları dinlemektense motive edici yazıları okuyun.
işte bana getirileri:spor yapma alışkanlığı,disiplin,ciltte düzelme,kendine güven!
**ufak bir tavsiye daha eski pantolonlarınızı hep gözünüzün önünde tutun ve bu dönemde bol kıyafetlere çok para yatırmayın :)
***burda yazılan herşey kendime ait bilgilerdir,her zaman herkeste işe yarayan genel-geçer bilgiler değildir.lütfen ilk önce doktorunuza danışın.




if i were a boy...-14 şubat için öneriler



selam,

kızların istemem yan cebime koy dediği,erkeklerinse "aman kapitalizmin getir-götür işleri bunlar" diyip işin içinden sıyrılmaya çalıştığı,çok nadir çiftlerin gerçek anlamıyla kutlayabildiği ve de günün tadını çıkarabildiği kutlu sevgililer günü'ne gelmiş bulunmaktayız.bekarlar ve de ilgilenmeyenler için çıkış kapımız ekranın hemen sağ üst köşesinde çarpı çarpı durmaktadır.
beyonce'nin "if i were a boy" şarkısını bilmeyen pek yoktur herhalde yabancı müzik dinleyenler içinde,dinlemeyenler için özet yapmak gerekirse beyonce'cim erkek olaydım senden bin kat iyi olurdum ulen diyerek erkek arkadaşına nağmeler yapmaktadır.bende bundan yola çıkarak erkeklere kız arkadaşları için,evlilere ise eşlerine alınabilecek sevgililer günü hediye ya da yapılabilecek süpriz önerilerinde bulunmak istedim...

#1
ilk akla gelen bugünler de bangır bangır reklamlarda dönen pırlantadır.ancak herkes pırlanta almaz ve almak için muktedir değildir.o zaman pırlanta alamıyorsanız ya da almak istemiyorsanız takı gerçekten güzel bir hediyedir.ancak size önerim almadan önce bir interntte araştırın bu aralar hatunkişiler neleri seviyor,neler moda.mutlaka uygun birşeyler bulursunuz...
                                                       #2
takı alamam şimdi onu seçmekle kim uğraşacak derseniz saat ikinci bir opsiyon.bu aralar dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama herkeste bir toywatch çılgınlığıdır gidiyor.çok güzel saatler gerçekten,obama'nın eşinde bile var,gerisini siz düşünün...
ben olsam beyazını tercih ederdim ama klasik renklerde mevcut bu saatlerde...
saat alıcam ama bu marka beni kesmedi derseniz de her fiyata,her çeşitte piyasada saat mevcut yeter ki karşınızdaki kişinin son zamanlarda nelerden bahsettiğine kulak verin.o size mutlaka ipucu vermiştir.tabii siz o esnada "of ya bu kız niye benle bu kız meselerini konuşuyor ki "diye içinizden geçirip sağa sola bakınmıyorsanız...

#3

bu da mı olmadı o zaman geçelim teknoloji ürünlerine bayanların çoğu pembe,açık renkli ya da parlak şeyleri severler.teknoloji ürünlerinde mutlaka böyle renkleri seçin ki göz doldursun.mesela pembe bir mp3 çalar ya da pembe bi laptop,markalar aynı oldu ama sadece tesadüf :P

















ya da güzel bir fotoğraf makinesi de alabilirsiniz,profesyonel makine için kesenizi iyi ayarlayın...








#4

bunlarda mı olmadı yeni bir çift ayakkabıya kimse hayır demez,hazır yeni sezon ayakkabılar da çıktı mutlaka gözatın,kesenize göre uygun fiyatlı arıyorsanız indirimler de bu dönemde.mutlaka kesenize göre bir ayakkabı bulabilirsiniz.klasik ayakkabı demedim çünkü herkesin o konuda zevki ayrı ne de olsa...bu arada sakın gidip kız arkadaşınıza ayakkabı numarasını sormayın,bilmiyorsanız çevresinden yardım alın ;)


















#5
gelelim en güzel seçeneğe kardeşim ben de beceri yok ya da zevklerimiz uymuyor sevgilimle diyorsanız illa ki bir şeyler almak zorunda değilsiniz,şunu bilin ki kadınlar için önemli olan şey onu düşünmeniz,onun için zaman ayırmış olmanız ve onun için çabalamanızdır.yani eğer imkanınız varsa önceden bir rezervasyonla romantik bir yerlere gidebilirsiniz.benim aklımda nedense hemen abant canlandı.kar görmek istiyorum ondan sanırım ...




illa kesenin ağzını açmalı mıyız? derseniz bir film kiralayın,romantik bir ortam hazırlayın ve birbirinize sarılarak izleyin bu da o kadar zor değildir herhalde :)


dediğim gibi 14 şubat sadece bir gün ama sevgili olduğunuz,o kişiyi bulduğunuz için şanslı olduğunuzu size hatırlatan bir gün bu nedenle bugünün değerini bilerek geçirin,birlikteliğinizin ve de karşınızda ki kişinin hatırına saksıyı biraz çalıştırın...

sevgililer gününüz kutlu olsun...
© the missing moments
Maira Gall